Herkes için bir milat


Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın yeni partiler kurmaya karar vermelerinin ardından herkes şu soruya net bir cevap vermelerini bekledi: Ne oldu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ortaklığınız sona erdi?

Davutoğlu, bu sorunun cevabını verirken bir bakıma avantajlı. Kendisi, bir çeşit postmodern medya darbesiyle başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. Hâliyle söyleminde ağırlığı “Pelikan çetesi” diye bir oluşuma veriyor. İktidarın bu dar grupta toplandığını ve AKP’nin artık sağlıksız bir siyasi parti olduğunu iddia ediyor.

“Peki, istifa ettirildikten sonraki 3 yılda neden sustunuz?” sorusuna ise şöyle cevap veriyor: “3 yıl boyunca ben susmadım aslında, Cumhurbaşkanına hep düşüncelerimi aktardım. Hep düzelir umuduyla böyle bir açıklama yapmamıştım.”

Babacan ise uzun zaman kapalı kutuydu. Deva Partisi’ni kurduktan sonra medya çalışmalarına ağırlık verdi. Yeni bir imaj çalışması yürütüyor. 140journos’la ortaklaşa yaptıkları video, bir hayli ilgi çekti ve Babacan tarafının “mesajını” derleyip toparladı.

Buna göre Babacan 2009’dan beri çeşitli platformlarda rahatsızlığını dile getirmiş. Ancak “gelenek” sebebiyle eleştirilerini medyaya taşımayıp “içeride” tutmuş. 2015 yılında bakanlıktan ayrıldıktan sonra da devam eden bu tavrın işe yaramadığını görünce de, partisinden istifa etmiş. Bunu daha sonra Cüneyt Özdemir’le yaptığı programda da teyit etti.

Tabi iki ismin de açıklamaları, “Biz aslında doğruları biliyorduk, söyledik de. Fakat Erdoğan dinlemedi,” ekseninde seyrederken, kendilerine yeni bir gelecek inşa etmeye matuf. Siyasetçiden beklenen de budur. Seçim sisteminin doğasından ötürü, bir siyasetçi kendisini “En iyi aday” olarak sunmaya mecburdur. Bu yüzden de hiçbir zaman siyasetçilere güvenemezsiniz.

Öte yandan – siyasetçi olmasanız bile – bir süre beraber yürüdüğünüz, ittifak içinde yer aldığınız aktörlerden ayrılırken, sizi takip edenlerin zihninde bulanıklığa mahal vermeyecek şekilde gerekçelerinizi izah etmek durumundasınız.

Nitekim 140journos video’sunda, Babacan’ın yanı sıra Deva Partisi’nde yer alan eski milletvekili Mehmet Emin Ekmen de, 7 Haziran 2015 seçimlerinin kendisi için milat olduğunu söyledi. Ekmen, Kürt bir siyasetçi olarak bu seçimlerden sonra AKP’nin Kürtlerden uzaklaşmasıyla kendisinin de partiden koptuğunu ifade etti. HDP’nin yok sayılmasını eleştirdi.

AKP’den – şimdilik – son ayrılan isim olarak öne çıkan milletvekili Mustafa Yeneroğlu, geçenlerde Adem Özköse’ye verdiği mülakatta, “Son 1 yıldır çocuklarımın yüzüne bakamıyordum,” gibi iddialı bir çıkış yaptı. Yeneroğlu, 2016’dan sonra başlayan hak ihlallerinden rahatsız olduğunu, Erdoğan’a bunları ilettiğinde bir etkisinin olamadığını, en son İstanbul seçimlerinin kaybıyla birlikte de partiden tamamen kopuş yaşadığını söyledi.

Sizinki hangi milat?

Milat meseleleri son dönemde Türk siyasetinde ittifaklar değişirken önem kazandı malumunuz.

Yargıya bakan yönleri de var. Aralık 2013’teki rüşvet ve yolsuzluk operasyonları, Gülen Cemaati’yle ilişkinizi gözden geçirmeniz için bir milat. Hadi diyelim o sırada gözünüz açılmadı, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra da hâlâ o taraftaysanız, damganız hazır.

Tabi Erdoğan, her ne kadar Gülen Cemaati’ni yok etmek için düğmeye Aralık 2013’te basmış gibi görünse de, kendisi de sıklıkla daha öncesine de referans veriyor. Birkaç yıl önce TRT’de şöyle dedi mesela: “2010’dan beri, FETÖ’nün örgütlenme ağının ne kadar geniş olduğunu en yakın mesai arkadaşlarıma anlatmakta zorlandım.”

Erdoğan’ın bu ayrışmayla ilgili kendince kurduğu mit belli: Aldatıldık. Yani kendi okumasına göre, AKP 2002’den itibaren Gülen Cemaati’ne güvenerek alan açtı, fakat sonrasında onların ihanetine uğradı.

Gülen Cemaati için de, benzer bir yaklaşım söz konusu. Ama aradaki sürtüşmelere rağmen devam eden ilişkinin Aralık 2013’teki operasyonlarla bıçak gibi kesilmesi, dört başı mamur bir söylem üretmek için manevra alanı bırakmadı. Operasyonlardan sonra Cemaat içinde de, AKP’yle ilk ayrışmaların 2010’da başladığı söylemi dillendirildi. Verilen desteğin “ilkesel” olduğu vurgulandı. Fakat toplumu ikna etmekte başarısız olundu.

Tabi bütün bu okumaların kendi içinde tutarlılıkları, kendi içinde bir mantığı var. İttifak hâlindeki aktörler kendi aralarındaki ilişkiyi, dışarıdan bakanlardan farklı değerlendirir her zaman. Dışarıdan bakanlar için ittifaklar da, ayrılmalar da kişisel çıkarlara dayalı.

Oysa ittifaklar içinde rasyonel gerekçelerin yanı sıra duyguların da etkisi vardır. Çoğu zaman aktörler arası ilişki, önce duygusal anlamda yıpranır. Beklentiler, hayal kırıklıkları, kıskançlıklar, hak edilen değeri göremediğini düşünme gibi hisler yabana atılamayacak kadar etkindir.

Dışarıdan bakanlar, işin bu yönünü genelde ıskalar.

Büyük koalisyon dağılırken

AKP, 2010’lara doğru gelirken çok geniş bir koalisyonun desteğini arkasında hissediyordu. Bu koalisyonun bütün parçaları, AKP’yi sonuna kadar destekleyecek konumda değildi elbette. Fakat 2002’den itibaren AKP’ye muhalif olanlar için, bu koalisyonun her bir parçası – kimi zaman Yetmez Ama Evet’çiler diye mimlenenler – lanetliydi.

Türkiye’de hemen her kesimde ne yazık ki karşı tarafı “aynılaştırmak” prim yapıyor. Sağa yakın kesimler karşı tarafı bazen laiklik paydasında, bazen solculuk bazen de Kemalistlik paydasında buluşturup topyekûn ateşe atmayı seviyor. Sola yakın kesimlere göreyse “sağcılık” zaten başlı başına bir hastalık ve aralarındaki nüanslara dikkat etmenin lüzumu yok.

Oysa siyaset, hâkim güçlere karşı yapıldığı sırada bir çeşit ittifak kurma sanatıdır. 2002 sonrası AKP de, ittifak kurma becerisiyle tabanını genişletmiş ve kalıcı hâle gelmişti.

Ancak bu ittifaklar bir bir bozuldu ve Erdoğan da ayakta kalabilmek için başka ittifaklar kurdu.

2015 öncesinde Erdoğan’ın zaman zaman belaltı vuruşlar da yaptığı Bahçeli’yle bu kadar yakınlaşacağını tahmin etmek zordu. Nitekim Bahçeli de, Erdoğan’a yönelik ağza alınmayacak laflar etti.

İki yıl önce katıldığı bir canlı yayında Bahçeli ilginç bir çıkış da yaptı: “Erdoğan ve AKP’ye yönelik geçmişte ne söylediysem arkasında duruyorum. Ama 15 Temmuz’dan sonra geçmişte şunu söylemişti, bunu söylemişti olmaz. O gün ne söylediysem o günkü şartlarda geçerlidir.”

2002’yle 2015 arası dönemde MHP’nin ve tabanının sıkı bir Erdoğan karşıtı olması, ittifakı engellemedi. Bilakis, MHP’liler şimdi, tıpkı Doğu Perinçek taraftarları gibi, “Erdoğan bizim çizgimize geldi” diye düşünüyor.

Gelgelelim, bu ittifak MHP içinde de bir bölünmeye yol açacaktı. Meral Akşener ve arkadaşları, darbeden kısa süre sonra ayrılarak İYİ Parti’yi kurdu.

Akşener, bu noktada kişisel bir takım sebepler ileri sürdü.

Neden MHP’de “istenmeyen isim” hâline geldiğini şöyle açıklıyordu: “Bizim sistemde potansiyel olarak yarının rakibi olarak görülen kişilerle ilgili olarak mutlaka tedbir alınır. Benimle ilgili de durum böyle oldu.”

Akşener medyada ön plana çıkmış, Bahçeli de bundan rahatsız olmuştu. Geçmişte Muhsin Yazıcıoğlu’nun da benzer saiklerle MHP’den koptuğu iddia edilmişti. Şimdilerde İYİ Parti’de de Yavuz Ağıralioğlu ön planda. Hatta Akşener’den daha önde göründüğü de oluyor. Akşener’in bu imtihanı nasıl vereceğini açıkçası merak ediyorum.

Yetmez Ama Evet koalisyonunun ya da daha geniş tanımıyla “AKP’ye bayılmayan fakat muhalefetten de umudu olmayanlar” koalisyonunun dağılış süreciyse 2011 genel seçimleriyle başladı desek yeridir.

Bu seçim, birçok kimsenin son kez, kerhen AKP’ye oy verdiği seçimdi. Mesela İhsan Dağı, seçimden önce Zaman gazetesindeki yazısında şöyle demişti: “12 Eylül [2010] referandumunda ortaya çıkan ‘değişim’ cephesi belki de son kez yeniden tecelli etmeli sandıkta. Bunun mümkün olduğu belki de son seçim bu. Son bir kez değişime omuz vermek boynumuzun borcu. Bir daha değil, son kez AK Parti…”

Zaman demişken, Etyen Mahçupyan da 2017’de Karar’daki bir yazısında “Niçin AK Parti’yi eleştiriyorum?” diye sormuş, cevabında, eleştirilerinin “içeriden” olduğunu hatırlatmıştı. Daha sonra Yavuz Oğhan’a konuşmuş, “Bu parti, artık benim oy verdiğim AK Parti değil” demişti. Nitekim kısa süre sonra mesafeli eleştirel gazetecilik şapkasını bir kenara astı ve Davutoğlu’nun ekibinde yer alarak siyasete de girmiş bulundu.

Fırsatları beklerken kaçan başka fırsatlar

Milat meselesi çoğu zaman bir kimlik oluşturma çabasının ürünü. Bir ittifaktan ne zaman ve ne saikle ayrıldığınız, en azından bu konudaki söylemleriniz, sonraki hayatınızı da etkiliyor.

Bana kalırsa, Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonları sonrasında AKP’den büyük kopuşlar olmamasının en büyük sebebi, muhafazakâr politik aktörlerin “Cemaatçi” yaftası yememe kaygısıydı. O zaman yollar ayrılsaydı, ömür boyu Gülen Cemaati’yle anılacaklardı.

15 Temmuz’dan sonra AKP’nin başkanlık referandumu ve hemen sonrasında aceleye getirilen bir seçimi kazanabilmesinin arkasında da, darbe girişimine karşı oluşturulan “birlik” pozunun etkisi vardı.

Darbe sonra kurulan yeni merkezden, kimilerine göre AKP-MHP koalisyonu, kimilerine göre AKP-MHP ve Ergenekon ittifakından, kopuşlar da kendince sebepler üzere gerçekleşti. İYİ Parti ve Davutoğlu ekibi, parlamenter sistemden vazgeçilmesini bahane etti. Babacan kanadında da bu yönde bir vurgu var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzunca bir süre çeşitli hamleler yaparak, mevcut en geniş koalisyonun kendi etrafında olduğuna ikna etti toplumu. Ancak karşı taraf giderek kalabalıklaşıyor.

Tek ve en büyük sorun, muhalefetin bir araya gelip gelemeyeceği. Çoğu zaman fırsatların ayağınıza gelmesini beklerken, başka fırsatları kaçırırsınız. Futbolda olduğu gibi siyasette de, boşlukları iyi görmek, sizi rakiplerinizin önüne geçirebilir.

2018’deki genel seçimde Abdullah Gül, muhalefetin çatı adayı olarak seçime girmeyi arzulamıştı fakat olmadı. Gül, eleştirilerini eskiden beri, düşük yoğunluklu da olsa, dile getiren bir isimdi. Erdoğan’a karşı iyi bir aday olabilirdi. Fakat muhalefetten genel olarak kabul görmedi.

Yeni partilerin de benzer bir dışlanma yaşaması ihtimal dâhilinde.

YORUM | YAVUZ ALTUN

https://www.tr724.com/herkes-icin-bir-milat/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir