7 Haziran seçimlerinde AKP’nin hükümet kuramayacağının belli olmasından sonra başlayan terörün ilk meyvesi 1 Kasım 2015’te alınmış ve AKP yüzde elli oyla yeniden iktidar olmuştu. Ama yeni rejimin kurulması için seçimlerin kazanılması yeterli değildi. ‘Yeni Türkiye’ için kamuoyunun ikna edilmesi de şarttı.
1 Kasım seçimlerinden 15 Temmuz’a giden yolda ilk düğmeye, 12 Ocak’ta Sultanahmet’te 12 Alman turistin canlı bomba eylem ile hayatını kaybetmesiyle basılmıştı. Ondan bir ay sonra Ankara Çankaya’da askeri servis aracının geçişi sırasında düzenlenen bombalamada 29 kişi ölmüş, bir ay sonra da Kızılay Güvenpark’ta yine bomba yüklü araç patlayınca 37 kişi hayatını kaybetmişti. Altı gün sonra İstiklal Caddesinde İran ve İsrail uyruklu 4 kişi canlı bombanın hedefi olacaktı. Yine nisan ve mayıs aylarında Bursa, Gaziantep, Diyarbakır gibi şehirlerde meydana gelen terör eylemlerinde onlarca kişi vefat etti. Haziran ayında İstanbul Veznecilerde düzenlenen ve 7’si polis 12 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı da diğerleri gibi TAK üstlenecekti.
28 Haziran’da terörün hedefi bu kez Atatürk Havalimanıydı. Üç teröristin düzenlediği silahlı ve bombalı saldırıda tam 45 kişi can verdi. Bunu kimse üstlenmedi ama yetkililer katliamı IŞİD’e yıkmayı uygun gördü.
Kamuoyu artık 15 Temmuz’a hazır hale getirilmişti. Sadece kamuoyu değil MİT tarafından birkaç gün arayla askeri birliklere gönderilen IŞİD’in büyük eylemler yapacağına dair istihbarat yazıları orduyu da terör tehdidine karşı teyakkuza geçirmişti. 15 Temmuz gecesi darbe tiyatrosunun başlangıç yeri olan Boğaziçi Köprüsü’nün tutulması için köprüye gönderilen askerlere, bir terör eylemi istihbaratının alındığını bunu önlemek için oraya gönderildiği söylenecekti.
Tiyatro başarılı olmuş, yeni rejim fiilen kurulmuştu ancak toplumun rejimi sindirebilmesi için yumruk yemeye devam etmesi gerekiyordu. Nitekim 20 Ağustos’ta Gaziantep’te bir düğün hedef alındı 51 kişiyi daha kaybettik. 26 Ağustos’ta Cizre’de Çevik Kuvveti hedef alan saldırıda 11 polis şehit oldu. Saldırıyı PKK üstlenmese de Şırnak Valiliği olayı PKK’ye yüklemekte geç kalmayacaktı.
Bu tarz çelişkileri önlemek için 4 Kasım’daki Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne yakın bir noktada düzenlenen ve 11 kişinin canına kıyılan bombalı saldırı için TAK imzası kullanılacaktı. Tıpkı 24 Kasım’da Adana Valilik binası yakınlarında patlatılan ve 2 kişinin öldüğü 33 kişinin yaralandığı eylemde olduğu gibi.
İŞİD’in üstlendiği her saldırıdan sonra, bu örgüte göz yumduğu için hükümete yoğun bir eleştiri başlıyor, PKK üstlenince de Kürt tabanında örgüt derin bir tartışmanın konusu oluyordu. Ancak saldırıyı TAK üstlenince kamuoyunda terörün kimliği daha az tartışılıyordu.
10 Aralık’ta Beşiktaş-Bursaspor maçı sonrasında meydana gelen iki patlamada 45 kişi hayatını kaybetti. Olayı TAK üstlenince, İstanbul’un göbeğine bu kadar bomba nasıl getirilir ve patlatılır gibi bir tartışma bile olmadı. Ölenlerin acıklı, ilgi çekici hikayeleriyle meşgul oldu kamuoyu. Olağanüstü hal ile yönetilen bir ülkede İstanbul gibi her yeri canlı izlenen bir şehrin göbeğine 300 kg bomba nasıl getirilir diye soru sormanın sırası değildi muhtemelen.
Nedense TAK denildiğinde herkes bir dut yemiş bülbüle dönüyordu. 17 Aralık’ta Kayseri’de içinde askerlerin bulunduğu özel halk otobüsüne bombalı araçla düzenlenen saldırıda da 13 asker şehit olmuş; olayı yine TAK üstlenince konu da tak diye kapanmıştı.
Terör 2016 yılındaki finalini, 31 Aralık gece yarısında Reina’yla yapmıştı. Bu katliamda 39 kişi hayatını kaybetmiş, kameralarda yüzü gözü kapalı olan katilin aylar sonra canlı yayınla yapılan baskında ele geçirilen Özbek asıllı Abdulkadir Masharipov olduğu açıklanmıştı.
Sanıyorum kamuoyu, insan haklarının çok da önemli olmadığı yeni rejimin kurulması konusunda yeterince ikna edilmişti.
Ülkede terör gemi azıya almadan bir süre önce Ergenekon ve ona benzer davalardan dolayı tutuklu herkes salıverilmişti. Terör ülkeyi alev alev yakarken, iktidar ve muhalefet partileri kamuoyuna Ergenekon ve JİTEM diye örgütlerin olmadığını, bir kısım vatansever devlet görevlilerine kumpas kurulduğunu ve haksız yere hapis yatırıldığını söylüyordu. Terörün ülkeyi ele geçirdiği bir dönemde, yeniden yapılan yargılamalar sonucunda Ergenekon gibi, JİTEM gibi davalardan yargılanan herkes beraat etti, böyle örgütlenmelerin olmadığını yargı yoluyla deklare edilmişti.
Ergenekon’un ve JİTEM’in olmadığı(!) ülkede her taşın altından TAK diye bir örgüt çıkıyor.
Açık kaynaklarda bile TAK ile ilgili örgütün iç yapısı hakkında çok az bilginin mevcut olduğu, Türkiye istihbarat teşkilatlarının örgütünü uzun süre aydınlatamadığı yazıyor. Düşünsenize ülke içinde cirit atıyorsunuz, Kızılay’da, Beşiktaş’ta, İstanbul’un, Ankara’nın, Kayseri’nin, Diyarbakır’ın göbeğinde eylemler yapıyorsunuz, yüzlerce kişiyi öldürüyorsunuz ama hakkınızda hiçbir şey bilinmiyor.
Zaten Türkiye’de hangi terör olayı aydınlatılmış, hangi terör olayının arkasındakiler ortaya çıkarılmıştır ki? Yukarıda saydığım olayların hiç birinin akıbeti belli değil, Kamuoyu ilgisinin olmadığı her şeyi örtbas etmek mümkün. Rahip Santoro’nun katilinin serbest bırakıldığını, ancak katil dışarıda vurulunca fark etmedik mi?
Bu ülkenin çocuklarının katillerini bulmak için canını ortaya koyan, onları hareket edemez hale getiren polis ve savcıların hepsini tutukladılar. Geri kalanların da kimin eli kimin cebinde belli değil.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, yüzünde hiçbir utanma emaresi olmaksızın önceki gün Cumartesi anneleri için şöyle bir twit atmış:
“25 yıldır kayıpları için Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi anneleri, her seferinde bizi gözyaşlarına boğan hikayelerin sahipleri, iktidarın şiddetiyle, copuyla, gazıyla mücadele ettiler ama umutlarını hiç yitirmedi. 25 yıllık mücadelelerinin yanındayız.”
Onlar niye Cumartesi annesi Özgür Özel. Onları kim Cumartesi annesi yaptı? Olmadıklarını ispat etmek için gece gündüz çabaladığınız Ergenekon ve JİTEM olmasın?
Bir twitter kullanıcısı bu durumu çok iyi özetlemiş:
“Türkiye siyaseti Ankara pavyonları gibi, Özgür Özel gibiler de konsomatris. Bir gün ulusalcı, öbür gün Cumartesi Annelerinin yanında! Hepsi birden nasıl olunuyor? Ulusalcı diye sahip çıktığınız Ergenekoncu subaylar bu insanların çocuklarını asit kuyularına atmadı mı?”
YORUM | ALPER ENDER FIRAT
https://www.tr724.com/kimin-eli-kimin-cebinde/