Gazeteci-Yazar Bülent Korucu ‘Metamorfoz Portreler’ başlığıyla ‘Derin Devlet diye tanımlanan’ eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ı kaleme aldı.
Tr724 Yazarlarının Gazeteci Bülent Korucu’nun şöyle;
Çankaya Köşkü’nde o gün farklı bir telaş vardı. Cumhurbaşkanı Celal
Bayar’ın Koruma Müdürü Zülfü Ağar’ın oğlu Mehmet doğmuştu. Diğer işlem
ve ritüellerden sonra sıra göbekbağının gömülmesine geldiğinde annesi
köşkün bahçesini istedi. Halk arasındaki bir inanışa göre bu, çocuğun
ilk kariyer planlaması. Zira insan, göbek bağının gömülü olduğu yere
meyledermiş. Mehmet Ağar bu konudaki soruyu şöyle cevaplamıştı: “Evet,
1951 yılı 29 Ekim’inde Çankaya Köşkü bahçesindeki mütevazı lojmanda
doğdum. Babam Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüydü. Kısmet. Allah ne yazdı
onu göreceğiz, millet ne söyleyecek onu da göreceğiz.” Göbek bağının
izini takip etti mi bilinmez ama babası Zülfü Ağar’ın peşinden gittiği
muhakkak.
Ağar, polis okullarından yetişmiş bir emniyetçi değil; siyasal bilgiler
fakültesi (Mülkiye) mezunu olduktan ve kısa süreli kaymakamlıktan sonra
emniyete geçti. Mülkiyeli eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve hukuk
mezunu vali Nusret Miroğlu istisnai yolu izleyenlerden. 1980’de İstanbul
Terörle Mücadele şube müdür muavini ve 1981 mayısta asayiş şube müdürü
oldu. Başladığı nokta ve hızlı tırmanışı onun ‘özel’ olduğunun
işaretiydi.
1988’de Ankara, iki yıl sonra İstanbul Emniyet Müdürü koltuğuna oturdu.
Genel Müdür olabilmek için kısa süreliğine Erzurum Valiliğine atandı.
Teşkilata adımını attığının 13. yılında en üst koltuğa ulaşmıştı.
Siyasette de yükselişi aynı hızdaydı, vekil olur olmaz Adalet ardından
İçişleri Bakanı yapıldı. Başbakan Tansu Çiller ya da Necmettin Erbakan
olsa da kabinenin en etkili ismi olarak öne çıkıyordu. O günlerin en
önemli meselesi terördü ve Ağar inisiyatifi tamamen ele geçirmişti.
Çiller ve Erbakan’a sadece onu aklamak kalıyordu. Nitekim 3 Kasım
1996’daki Susurluk Kazası, devletin kirli çamaşırlarını ortaya saçınca
savunma blokunu onlar oluşturdu. Çiller ‘Kurşun atan da yiyen de
şereflidir’ çıkışını yaparken Erbakan ‘glu glu dansı’ diyerek
protestocuları aşağıladı.
Susurluk Skandalında, ‘kırmızı bültenle aranan’ Abdullah Çatlı, aşiret
lideri ve milletvekili Sedat Bucak ve Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ
aynı arabada hayatını kaybetti. Söz konusu kaza, illegal devletin
planlarında kısmi yavaşlama ve değişime yol açtı. Bu Ağar açısından ise
kariyer planlamasında büyük kırılma anlamına geliyordu. Terörün belini
kırmış bakan olarak DYP’ye genel başkan olması ve başbakanlık koltuğuna
oturması hiç zor olmayacaktı. Sonraki adım göbek bağının bulunduğu
Çankaya Köşkü olacak ve kehanet gerçekleşecekti.
İtalya’da Gladyo skandalıyla ortaya çıkan yapılanmanın diğer NATO
ülkeleri gibi Türkiye’de de mevcudiyeti biliniyordu. Ancak Türkiye
yüzleşmek ve tasfiye etmek yerine yokmuş gibi davranmayı seçmişti. Artık
mızrak çuvala sığmıyordu. İfşa olan diğer gerçek ise Ağar’ın konumuydu.
Dönemin İçişleri Bakanı, legal devletle illegal ikizi ve mafyanın
santral kişisi başka deyişle kesişme noktasıydı. İllegal devlet
unsurları , o güne kadar siyasiler ve legal bürokrasiden koruma
görmüştü. Şimdi ise içlerinden biri en etkili koltukta oturuyordu. Kamu
otoritesini tanıyanlar, devletin omurgasının dahiliye olduğu konusunda
neredeyse hemfikirdir. Devlet aygıtında düğmelerin yerini ve onlara
dokunmasını bilen içişleri bakanı aslında gerçek başbakandır. Bu bilgi
ve donanıma sahip başbakan ya da cumhurbaşkanı ise elbette bizzat
devletin kendisi olacaktır. Ağar biçilmiş kaftandı; elbette Susurluk
olmasaydı.
Ağar, hukukla sınırlı devletin parçasıyken aynı zamanda -Demirel’in
tabiriyle- rutin dışına çıkabilen derin devletin yönetimindeydi.
Mafyayı, milis güç gibi istihdam etmek de şapkalarının üçüncüsüydü.
Devlet görevlilerinden devşirdiği tetikçileri mafya gibi, mafyayı ise
devlet görevlisi gibi kullanıyordu. Alacakaranlık kuşağında silüeti
belirse bile kimse adını telaffuz etmeye cesaret edemiyordu. Susurlukta
yakalanınca bir kaç adım geri çekilmek zorunda kaldı. Derin devlet,
karşı ateşle yangını yönetme ve kontrol altına alma yoluna gitti. Karşı
ateşi yakan ise bir başka çok şapkalı devlet görevlisi Hanefi Avcı’ydı.
Ağar’ın tetikçi olarak mafyayı kullandığı günlerde, Avcı aynı işi
cezaevinden ödünç aldığı PKK itirafçılarına yaptırıyordu. Daha ötesi
JİTEM’in kurucularından emekli jandarma binbaşı Ahmet Cem Ersever’in
‘başıma iş gelirse onu bilgilendirin’ dediği kişiydi. Gerçekten de
mahkemeye JİTEM hakkında ifade vermek için gittiği Ankara’da ortadan
kaybolunca yakınları Avcı’ya ulaştı. O ise Ersever’i kurtarmak adına bir
şey yapamadı belki de yapmadı.
Susurluk Skandalında televizyonlarda ‘derin devlet’i anlatan kişi ile
“Ergenekon örgütünün varlığı konusunda yazılı doküman, belge ve örgütsel
faaliyet sayılabilecek bazı ilişkiler varsa da eylemleri konusunda
ciddi emare yoktur.” cümlesini kuranın aynı kişi olması sizce de tuhaf
değil mi? Ağar, Ankara Emniyet Müdürüyken yaşanan Turgut Özal suikastını
tetikçi Kartal Demirağ’ın psikolojisine bağlamıştı. Avcı ise Malatya
Zirve Yayınevi ve Rahip Santoro cinayetlerinin bir grup başıbozuk gencin
doğaçlama eylemi olduğunu ispatlamaya çalışırken; “Odayı yeterince
ısıtırsanız insanlar gömleğini çıkarır. Türkiye’de öyle bir ortam
yaratıldı ki, eylem yapacak hale geldi birtakım insanlar. Her olay örgüt
değildir” dedi.
Avcı’ya dair detayları kendi portresine havale edip Ağar’la devam
edelim. Özal suikastı fiyaskosu bile Ağar’ın yükselişini durduramadı ve
mesleğe başladığı İstanbul’a 10 yıl gibi kısa sürede müdür olarak döndü.
Ağar, Ankara’da bürokrasiyi tanıdı/tanıştı; İstanbul’da ise bağlantı
ağını iş dünyası ve akademiyle zenginleştirdi. Asayiş şube müdürü iken
mafyayla kontak zaten temin edilmişti.
Ağar, Emniyet Teşkilatında ‘baba müdür’ modelinin en güçlü
temsilcisidir. Maddi sıkıntı yaşayan pek çok polis ona olan borçluluk
hissini anlatırken çekmecesinden çıkarıp verdiği destelerden söz eder.
Bildiğim kadarıyla polis şeflerinin örtülü ödeneği yok, maaşı da
bonkörlüğe izin vermez. Robin Hood’luk için geriye sadece illegal para
trafiği kalıyor. Emniyet Genel Müdürlüğünden istifa edip, milletvekili
adayı olduğunda polis konvoyları sirenlerle Ankara’yı inletmişti. Ağar,
baba rolünü sivil milislerinden de esirgememiştir. Mesela firari
Bahçelievler katliamı sanıklarından Haluk Kırcı’nın nikah şahitliğini
yapmıştı.
Susurluk Kazası yanında illegal devlet unsurları arasında çıkan parayı
paylaşma savaşı çetesini, dolayısıyla onu açığa düşürdü. İstanbul’un
göbeğinde işlenen Ömer Lütfi Topal cinayetinde fazlasıyla açık verdiler.
Şüpheli polisleri talimatla serbest bıraktırması Ağar’ın bardağı
taşıran son icraatıydı. Her şeye rağmen Susurluk olmasaydı bütün
açıklarını kapatabilirdi; yapamadı. Ama imdadına 28 Şubat Postmodern
darbesi yetişti. Evde yangın çıkınca mutfaktaki hırsız unutuldu.
Taki 2007’den sonra Ergenekon ve darbe davaları başlayana kadar.
Mahkemeler arasında pinpon topuna dönüşen dava 2008’de tekrar açıldı.
1993-1996 arasında cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül meydana
getirmek, Abdullah Çatlı ve Yaşar Öz’e silah ruhsatı vererek ve yeşil
pasaport almalarını sağlayarak görevi kötüye kullanmakla suçlandı. 2011
yılında, “silahlı örgüt yöneticiliği” suçundan 5 yıl hapse mahkum oldu.
Özel hazırlanan cezaevinde iki yıl dinlenip misafir ağırladıktan sonra
tahliye edildi. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi. Kurduğu mahkeme
kararıyla sabit olan çetenin infazları davasında Ağar ve 17 adamı beraat
etti! Böylece illegal devlet tetikçileri için cezasızlık durumu yeniden
kayıtlara geçmiş oldu. Bunun tek istisnası Ergenekon Davalarıydı.
Ağar, illegal devletin yatırım yaptığı önemli bir projeydi ve ufak bir
kulak çekmeden sonra tekrar işine döndü. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı
seçilmesini engellemek üzere verilen 27 Nisan muhtırasından sonra tekrar
sahne aldı. Sabih Kanadoğlu’nun icad ettiği 367 tuzağının işe
yaramasında etkin rol aldı. Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi için, DYP ve
ANAP’ın sadece Meclis’e girmesi yeterliydi. Ancak Ağar engelledi. Seçim
işbirliğinden de son anda ve anlaşılmaz biçimde çekilerek merkez sağın
iki köklü partisini tarihin çöplüğüne gönderdi. Merkez sağı yok etmek,
Erdoğan’a Cem Uzan’ın verdiği tek başına iktidar kadar önemli bir
hediyeydi.
Süleyman Soylu’nun göreve getirilmesiyle İçişleri Bakanlığını yönetmeye
başlayan Ağar, bir siyasi figür olarak da tekrar ortaya çıktı. AKP’den
ayrılanların kuracağı partileri eski günlerdeki üslubuyla açıkça tehdit
etti. “Tabii ben geçmişte devlet hizmetinde olan kimseyi üzmek istemem.
Ama onların da bizleri üzmemesini istemek hakkımız.” Üzmeyin bizi üzeriz
sizi… jargon kitabının tam ortasından fırlamış bir cümle.
Uğur Mumcu cinayeti sırasında İçişleri Bakanı olan Ağar’ın kullandığı
‘duvar ve tuğla’ metaforu vardı. Mülkiye’den okul arkadaşı Güldal
Mumcu’ya “Altından bir tuğla çekerseniz, duvar yıkılır.” demişti. Güldal
Hanım’ın ‘Çekin o halde’ talebi karşılıksız kaldı; çünkü o tuğla bizzat
Ağar’ın kendisiydi. Derin devlet duvarındaki kilittaşlarından biri
belki de en önemlisiydi.
Kaynak: Tr724