Aşk-ı memnu


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail ile ilişkilerindeki ruh halini, dostluk ve düşmanlık kriterlerini düşününce Halit Ziya Uşaklıgil’in, televizyonlara uyarlandığında seyirciyi ekrana kilitleyen başarılı romanı Aşk-ı Memnu dizisi aklıma gelir. Aşk, ihtiras, yalan ihanet herşey var.

Mesela tarihin en kanlı isimlerinden Sabra ve Şatilla kasabı Ariel Şaron’un ayağına gider, yüzüne söylenen “İsrail’iin ezeli ve ebedi başkenti Kudüs’e hoşgeldiniz“ sözüne gık bile çıkarmaz, ancak yıllar sonra aynı Kudüs ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak tanınınca büyükelçisini geri çekecek kadar da hiddetlenir. 

“Mavi Marmara’yı Gazze’ye ben gönderdim“ der, başka bir zaman İsrail askerleri tarafından öldürülen dokuz kişinin ailesini “Gazze’ye giderken bana mı sordunuz?“ diye fırçalamakta bir beis görmez. 

Hele o “one minute“ koreografisinden bahsetmeye gerek dahi yok. 

18 yıllık iktidarında Erdoğan İsrail konusunda o kadar çok sert dönüşler yaptı ki, takip ederken mide krampları geçirdim. 

Trump’ın, 2018’de Tel Aviv’deki ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararından sonra Tel Aviv‘deki büyükelçiyi geri çekerek cevap veren Erdoğan son günlerde yine İsrail’e doğru dümen kırmış gibi görünüyor. Hem de İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmeye hazırlandığı bir dönemde. Bir seçim arefesi olsaydı kesin kürsülerden “eyyy İsrail, eyyy Netanyahu, sen Nazi soykırımı uyguluyorsun“ naralarını işitecektik. Ancak ses seda yok, çünkü işine gelmiyor. Yoksa Filistinliler abluka altında sıkıntı çekmiş, toprakları ellerinden alınmış, insan hakları ihlal edilmiş umurunda değil. İyi Filistin, işine geldiği zaman kullanabileceği Filistin’dir. Nokta.

Ben acizane Türkiye’nin hem Filistin ve hem de İsrail ile ilişkilerinin her zaman iyi olması taraftarıyım. Düşmanlıkların hiçbir zaman halklara bir faydası olmuyor. 

Gazetecilik hayatımda defaatle İsrail ve Filistin’e gittim. Her iki toplumu da çok yakından tanıdığımı söyleyebilirim. Şunu gördüm; ne Filistinlilerin bir Filistin davası var, ne de İslam dünyasının. 

Çok iyi hatırlıyorum İsrail saldırılarından biri sırasında Gazze’deydim. Yönetim Hamas’ta olduğundan, Hamaslı bakanlardan biri Türk gazetecileri yemeğe davet etmişti. Herkes beklendiği gibi çanak sorular sormaya başladı. Ben de farklı bir soru sorayım dedim ve kaşların çatılmasına sebep olan sorumu patlattım. Aslında o sorunun cevabını hala da almış değilim: Hergün Gazze’den çocukların kullandığı çatpatlar gibi  roketlerden İsrail’e atıyorsunuz. Bu çatpatların çoğu daha yere düşmeden İsrail havada imha ediyor. Diğerleri de ya boş bir araziye düşüyor, ya da bir binanın duvarında sönüyor. Halbuki İsrail’e bu şekilde misillemede bulunması için gerekçe üretiyorsunuz. Şehirleriniz yerle bir ediliyor, insanlarınız ölüyor. Amacınız nedir?

Salonda buz gibi bir hava esmişti. Hatta bize tercümanlık yapan Filistinli arkadaş daha sonra kulağıma eğilerek “sen kanına mı susadın, sana zarar verirler“ demişti. 

Hamaslı bakanın cevabı ne oldu biliyor musunuz? “Biz bu şekilde Filistin davasını canlı tutmaya çalışıyoruz“ 

Türk-İsrail ilişkilerinde kırılma noktası olan 2009’daki Dökme Kurşun Operasyonu’nu hem İsrail ve hem de Gazze tarafından izleme şansı bulmuştum. Yani bir yandan Gazze’ye ölüm yağdıran tanklar arasında dolaşmış, diğer yandan da yakılıp yıkılan Gazze’nin yıkıntıları arasında.

İsrail bombardımanı sonrası evleri yıkılan bir aileyi ziyarete gitmiştik. Olayın nasıl gerçekleştiğini şöyle anlattı: İsrail, nereden bir roket atılsa, o yeri imha ediyor; bu ister bir bina olsun, ister boş bir arsa olsun farketmiyor. Biz de evlerimizde oturup kaderimizi beklerken, bir anda binanın dış kapısından birinin elinde roketle çatıya çıkmaya çalıştığını gördük. Engel olmak istedik. “Bunu yaparsan İsrail binayı başımıza yıkar“ dedik. Bize, “Filistin davasına ihanet mi ediyorsunuz?“ diyerek bizi itti ve çatıya çıktı. Başımıza gelecekleri bildiğimiz için de kendimizi sokağa attık ve ardında da komşuya sığındık. Beklediğimiz gibi roket atıldıktan sonra ne kadar zaman geçti bilmiyoruz, bina füzeyle vuruldu ve yerle bir edildi.“

Filistini davasının nasıl canlı tutulduğunu görüyorsunuz. Ondan dolayı birileri meydanlarda Filistin‘in adını en fazla haykırdığı için Ortadoğu’da hala en sevilen lider ya! 

Halbuki bağırıp çağırmadan Filistin’e çok daha fayda verebilir. Bunun örneklerini bizzat 2007, 2008’li yıllarda görmüştüm. O dönemde ilişkiler o kadar gelişmişti ki, Türkiye’den İsrail’e Manavgat Suyu’nın taşınması dahi gündemdeydi. Filistinliler de ister istemez bu durumdan faydalanıyordu. Abluka hafifletilmişti. 

Bunu sokaklarda da görebiliyorduk. Dünyada hem Filistin ve hem İsrail tarafında elini kolunu sallayarak ve her iki tarafın halkı tarafından el üstünde tutulan bir tek Türklerdi sanırım. 

Çok defa Kudüs’ün Yahudi kesiminde gece yarısından sonra dolaşırken polis beni durdurmuştu. Ama daha kimliğimi çıkarmadan “Türk’üm“ deyince gerek yok deyip gidiyorlardı. Türk kelimesi bile yeterliydi. 

Peki ya şimdi? Açıkçası Türkler için hava nasıl bilmiyorum. Çünkü mesleğimiz elimizden alındığından oralara gidemiyoruz. 

Fakat bu memnu aşk hikayesi sanırım her iki ülke liderinin de işine geliyor. Hem iç kamuoylarında bunu iyi pazarlıyorlar, hem de ilişkilere zarar vermeden yollarına devam ediyorlar. 

YORUM | CUMALİ ÖNAL
https://www.tr724.com/ask-i-memnu/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir