Maalesef Müslümanlar arasında yanlış yorumlanan ve otoriterleşmeye gerekçe yapılan bazı klişeler var. Bunlardan bir tanesi “hakimiyet/iktidar şerik kabul etmez!” ezberidir. Bu lafa dayanılarak fetvalar verilmiş, siyaseten katiller yapılmış, bazı sultanlar öz kardeşlerini, hatta çocuklarını öldürmüşler. Cinayetler saltanata-iktidara şerik olduklarından değil, şerik olma ihtimalinden dolayı işlenmiştir. Bu klişeye ve problemli fetvalara dayanarak güç sahipleri nice canlara kıydı, nice kitlesel katliamlar yaptılar.
Öte yandan “ulul emre itaat” kavramı otoriterleşmenin İslami referansı yapılmıştır. Ayette öncelikle geçen Allah ve Resulüne itaat, onların ortaya koyduğu esaslara riayet görmezden gelinirken, kavram yöneticilere/sultanlara mutlak biat ve itaat olarak sunulmuştur. Her dönemin saray uleması, yöneticilerin Kur’an’a, Sünnete açıkça aykırı uygulamalarına dahi itaata çağırmıştır insanları. “Ulül Emr’den maksat nedir? Kimlere, hangi durumlarda itaat etmek gerekir?” Konuları nazarlardan kaçırılmış, halka her daim, idareciye itaatin önemi, itiraz etmenin kötülüğü anlatılmıştır. Kimse “zalim yöneticiye itiraz etmenin, başkaldırmanın en büyük cihat” olduğundan bahsetmemiştir. “Bir kötülüğü imkanınız varsa elinizle, değilse dilinizle düzeltin; ona da gücünüz yetmezse bari kalbinizle buğzedin!” Hadisi Şerifi zulmeden sultanlar, adaletsiz muktedirler, kötülük saçan yöneticiler için gündeme gelmemiştir.
Vaizler/hocalar iktidar-halk ilişkilerini anlatan ayetleri-hadisleri hep muktedirlerin lehine tefsir etmişlerdir. Hırsızlık yapan fakir ise “cezayı hak ettiği!” ilan edilirken, yöneticiler çalınca nasların yorumu değişmiştir. Müftülere, vaizlere, İlahiyat Profesörlerine hocalık yapan AKP fetvacısı H. Karaman Saray sofrasına oturan ve nasları çarpıtan ulemâü’s sû’a (kötü ulema) günümüzden çarpıcı bir örnektir. Kamu kaynaklarından maaş alan hocalar her cuma “adil olun! Zira Allah adaletle emreder!” ayetinin Arapçasını okurken, zulüm ve talan düzeninin en büyük destekçisi olmuştur. Hz. Peygamber’in soylu bir suçlunun korunması çabasına karşı “Kızım Fatıma da olsa cezasını verirdim” sözü satırlarda kalmıştır.
Maalesef din, böyle din adamlarının elinde sündürülebilen, kişilere göre uyarlanabilen bir hale sokuluyor. Bu sebeple insanların dine ve dindara, hocalara saygısı kalmıyor. Avrupa’daki reform hareketlerinin temel saiklerinden birisi din adamlarındaki bu çifte standart ve ilkesizlikti.
Erdoğan, muhalif belediyelerin anayasa ve yasalardan kaynaklanan hizmetleri yapmasını “paralel devlet” olarak yaftaladı. Muhtemelen halka dokunan, Saray’ın sorgulanmasını hızlandıran belediyelere de çökmeyi hedefliyor. Ama bu davranışın kendi tabanında “iktidar şerik kabul etmez!” ön kabulünden kaynaklanan temelleri var. İslamcı, muhafazakar kesim “bir tane iktidar var, devleti o yönetiyor. Muhalif belediyelerin hakkından gelinmeli! Yönetim tevhid edilmeli!” diye düşünüyor olabilir.
Peki, İslami açıdan ve siyaset bilimi açısından bu doğru mu? İktidar, hakimiyet şerik kabul etmez mi?
Eğer söz konusu olan, mutlak kudret, mutlak ilim, mutlak irade sahibi olan, zatıyla kaim Allah’ın hakimiyeti ise elbette şerik kabul etmez. Çünkü O Kadiri mutlaktır ve kimsenin desteğine, yardımına ihtiyaç duymaz. Ama Müslüman sultanlar/yöneticiler Allah’a ait olan bu vasfı gasp ettiler. Tevhide dair bu esası kendilerine uyarlayarak diktatörlüklerine gerekçe, zulümlerine icazet yaptılar. Allah’a ait olan “hakimiyetin şerik kabul etmemesi” meselesi Emevi Saltanatı sonrası beşeri iktidarlar için kullanılmaya başlandı. Melikler, sultanlar da bunu muhaliflerini sindirmek, herşeyi kontrol etmek için sopa haline getirdiler. Fermanlarında halka “kullarım!” diye hitap ederek, Allah’ın kullarını kendilerine kul ettiler.
Ama konu beşeri hakimiyet/iktidar ise, İlahi hakimiyetin aksine o şeriksiz (paydaşsız) yürütülemez. Sultanlar, krallar, devlet başkanları, valiler, muhtarlar.. gücü, yetkiyi paylaşmak, delege etmek zorundadırlar. Çünkü beşer sınırlı güce, sınırlı ilme, sınırlı kabiliyete sahiptir. Devasa yapıları birilerinin desteği, ortaklığı olmadan yönetemezler. Bediüzzaman’ın dediği gibi Allah memurlara, yardımcılara ihtiyaç duymaz, ama beşeri iktidarlar şeriksiz, paydaşsız hiçbir şey yapamaz.
Allah Hz. Peygambere bile: “ve şâvirhüm fi’l emr” (Ali İmran: 159) diyerek işlerinde yardım almasını, istişare etmesini emretmiştir. Adı Şura olan surede Allah Müminleri anlatırken “onlar işlerini aralarında şura ile yaparlar” (Şura:38) demiştir. Medine Site Devletini kurarken Hz. Peygamber’in ilk yaptığı iş kendisine şerikler/paydaşlar bulmak olmuştur. Bu şerikleriyle oturmuş, etraflıca çalışmışlar ve ortak bir metin hazırlamışlardır. İslamcıların çok sevdiği, “tarihte ilk yazılı anayasa!” diye övündüğü 52 maddelik Medine Vesikası Medine kent yönetimine dairdir. Bu metin, vahiyle müeyyed, Allah tarafından bizzat görevlendirilen Hz. Peygamber’in dünyevi işlerde, yönetimde kendisine paydaşlar, şerikler bulduğunun en net belgesidir.
Bu vesikada Hz. Peygamber’in şerikleri kimlerdir?
Yahudi kabileler, Hristiyanlar ve Müşrikler (putperestler)!
Metinde bütün şeriklerin/paydaşların adları, hakları, sorumlulukları tek tek yazılmış ve kayıt altına alınmıştır. Medine ile ilgili kararlar alınırken Hz. Peygamber: “hakimiyet/iktidar şerik kabul etmez!” dememiş, aksine Medine Vesikası gereği şeriklerle birlikte hareket etmiş, kararları onların da onayı ile almıştır. Keza, Hulefa-i Raşidin kendisini “tek karar verici!” “herşeyi kontrol eden güç!” görmemişler, arkadaşlarıyla sürekli istişare etmişlerdir. Hz. Ömer’den bir gömleğin hesabının sorulması, “yanlış yaparsan seni eğri kılıçlarımızla doğrulturuz!” ifadesi sahabenin de Halifeyi tek ve mutlak yetki-güç sahibi görmediğini ortaya koymaktadır.
Hz. Musa kendisine peygamberlik gibi Allah’ın teyidinde kutsal bir görev verilince, Allah’tan şerik istemiş ve bu ağır yükü kardeşim Harun’la paylaştır (Taha 29-32) demiştir. Allah da O’na kardeşini şerik/paydaş kılmıştır.
Allah’ın hakimiyeti asla şerik kabul etmez; zira ihtiyacı yoktur. Ama beşeri iktidarlar şeriksiz olmaz. Ne kadar çok şerik/paydaş olursa beşeri iktidarlar o kadar huzurlu, adaletli, verimli, kaliteli olur. İktidar dar bir zümrenin inhisarında kaldıkça başarısız, dengesiz, adaletsiz olur. Yönetim paydaşlarla kolaylaşır. Zira insan zayıftır, devasa işleri tek başına yüklenemez, düşünemez, götüremez. Diktatörlerin sonlarında görüldüğü üzere iktidarı tek başına taşımak isteyenler toplumu hüsrana uğratır, yönetimi çöküşe sürükler.
Müslüman olsun olmasın, “iktidar şerik kabul etmez” mantığıyla hareket eden, tüm yetkiyi ve gücü sınırlı sayıda kişide/kurumda toplayan toplumlar refahta, adalette, huzurda, milli gelirde, insani değerlerde en alttalar. Dünyanın en huzurlu, en adaletli, en zengin, en etkili yönetimleri ise pek çok şerikle birlikte yürütülen yönetimler. İnsanların denizleri aşarak, ölümleri göze alarak iltica etmek istedikleri ülkeler iktidarın paylaşıldığı, gücün denetlendiği ülkeler. Belçika, Almanya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, İsveç, Japonya, Fransa, İngiltere… gibi ülkeler yıllardır koalisyonlarca yönetiliyor. Hiçbirinde yönetim kargaşası yaşanmıyor, istikrarsızlık olmuyor. Herkesi ve herşeyi kontrol eden liderleri yok, ama dünyada güçlü ve söz sahibiler.
İlginçtir, Müslüman akademisyenlerin araştırmasına dayalı “İslamilik endeksi sıralaması”nda ilk sıraları hep koalisyonlarca yönetilen, yani iktidara şeriklerin olduğu Gayrı Müslim ülkeler alıyor.
“İktidar şerik kabul etmez!” klişesi otoriterleşmeyi meşrulaştırmak için üretilmiş bir galatı meşhur. İslami değil, Kur’ani değil, insani değil. Eğer (beşeri) iktidarın şerik kabul etmeyeceğine dair bir nas varsa hocalarımız paylaşırlarsa öğrenmiş oluruz.
YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
https://www.tr724.com/iktidar-serik-kabul-etmez-mi/