Tarikatlar neden sessiz?


Anadolu Müslümanlığı İslamın genel kaynakları yanında Ahmet Yesevi’nin, Hacıbektaş-ı Veli’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin insan sevgisine, merhamete, ötekine saygıya dayalı öğretileriyle şekillenmiştir. Tarikatler, tasavvuf ekolleri insanlara önce edebi, eline diline beline mukayyet olmayı salıklamıştır.

Son yıllarda iktidarın desteğiyle siyasal İslamcı yaklaşımlar her yerde görünür oldu. Güç ve para iktidarda olduğu ve “düşman” bellediklerini iflah etmedikleri için (pek azı hariç) diğer dindarlar da zamanla AKP’nin dilini söylemlerini kullanmaya, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi davranmaya başladı.

Burada akla bir kaç ihtimal geliyor:

  • Tasavvuf ağırlıklı, hoşgörüye, saygıya, ibadete, ahlaka dayalı Anadolu İslam anlayışı iktidara karşı klasik devletçi yaklaşıma sahip. AKP iktidarının yaptıklarına, söylediklerine katılmıyor. Ama devletle çatışmamak, “fitne çıkaran” olmamak, “ulül emre itaat” gibi sebeplerle İslam’a, Kur’ana, ahlaka, hukuka aykırı eylemleri ve söylemleri geri plana itiyor, ülkede yükselen radikalleşmeyi, şiddet eğilimini görmezden geliyor.
  • Yapılanları onaylamadığı, radikalleşmeyi, selefi eğilimleri doğru bulmadığı halde güç yetiremeyeceği, mücadele edemeyeceği için açıktan bir şey söylemiyor. Kendisi de zarar göreceği için pragmatik davranıyor ve susuyor. Bu sürecin kendileri açısından en az hasarla sonuçlanmasını eylemsiz kalarak, susarak temin etmeye çalışıyorlar.
  • AKP siyasetiyle bütünleşmekten, iktidar nimetleriyle iç içe olmaktan dolayı gerçekten yapılanları onaylıyor, radikalleşme ve şiddet eğiliminin parçası oluyorlar. Toplumda yükselen nefreti, şiddeti, selefi eğilimleri farketmiyorlar, tehlike görmüyorlar. AKP ile birlikte bin yıllık tasavvuf ekolleri, tarikatlar cemaatlerde genetik bir değişime, dönüşüme uğruyorlar.
  • Belki de laiklerin yıllarca söylediği gibi tarikatların cemaatlerin pek çoğu asli misyonlarından koptular. Dini çıkara, nüfuza, ticarete malzeme yapan yapılara dönüştüler?!

Selefiler pek çok tarikatı, tasavvuf büyüğünü şirke girmiş, İslamdan (dinden) çıkmış kabul ederler. Suudi Arabistan menşeli Vahhabilik “şirk” olduğu gerekçesiyle sahabe mezarlarını, tarihi yapıları yıkmış, hatta Hz. Peygamber’in kabrini bile tahrip etmeye kalkışmıştır. Hacca, umreye gidenler bilir, bir hacı, Hz. Peygamberin kabrinde ellerini açıp dua ettiğinde polisler hemen gelip “Mezara değil Allah’a dua et!” diye uyarırlar. Tasavvuf ekollerinde şeyhe gösterilen mübalağalı ve ölçüsüz sevginin, tevhid akidesi ile bağdaşmayan yüceltmenin  Selefi yorumları beslediğini söylemek yanlış olmaz. Bazen tarikatlar insanları Allah’a götüren yol olmaktan çıkıp, bazı ritüellere, fani kişilere kastı aşan anlamlar yükleyen şirk yolları haline gelebiliyor.

Selefi Vahhabi görüşlerin uç yorumları cihadist, silahlı, IŞİD türü cinayet örgütlerini doğurmuştur. Bunlar namaz kılan, Kelime-i Şehadet getiren insanları bile kolayca “kafir” ilan edebilir, katline cevaz verebilir. Irak’ta, Suriye’de gördüğümüz üzere Müslümanın kanını döküp öldürmekle yetinmez, namusuna göz diker, kadınlarını “esir” ve “cariye” görür, mallarına çöker. Hatta iki mehmetçiğe yaptığı gibi “kafir bir rejimin askerleri!” diye Müslüman evlatlarını diri diri yakar. Sonra onu kameraya çekerek dünyaya servis eder. Onunla fikri akrabalığı olan AKP hükümeti de bunu problem etmez, arkasını kovalamaz, gündem yapılmasından rahatsız olur.

AKP son 10 yılda demokrat gömleğini çıkarıp İslamcı gömleğini tekrar giydi. Erdoğan güzellemeleriyle dolu, çok defa şirke giren söylemlerle beslenen, Ortadoğu’nun bütün radikal silahlı gruplarıyla iç içe bir rejim inşa etti. Kişiye dayalı, siyasal İslamcı, selefi tarafları olan bu rejime en fazla tepki vermesi, “Müslümanlık bu değil!”, “İslam önce ahlaktır, muameledir, davranıştır” demesi gereken cemaatler, tarikatler sadece bir sessizlik içinde değiller. Emareleden anlaşıldığı kadarıyla ciddi bir değişim ve dönüşüm de geçiriyorlar. Cemaatlerin tarikatların otoriter Erdoğan rejimini kayıtsız şartsız desteklemeleri başlarda pragmatist sebeplerle ve “def’i bela” kabilinden olsa bile, zaman geçtikçe kitlelerini dönüştüren bir hale geldi. “Körle yatan şaşı kalkar” atasözünde olduğu gibi edep, ahlak, Allah rızası, demesi gereken tarikatlar-cemaatler genetik bir değişime uğruyor.

Haydi AKP ile, siyasal İslamcılarla aynı kalıba girmeyi, din paydası altında izah ettiniz. Mao’cu, “tarikatların cemaatlerin kökünü kazıyacağız” diyen, her dönem dine-dindara kin besleyen karanlıklar prensi Doğu Perinçek’le işveleşmeyi nasıl izah ediyorsunuz?

İsmailağa cemaatinden buna verilecek bir tepki yok mu?

Cemaatler, tarikatlar (bazısı değil çoğunluğu) olarak dini kavramları, kimlikleri kullanarak topluma kin ve nefret yayanlara iki laf etmeyecek misiniz?

İktidar eliyle yükseltilen selefileşmeye, radikalleşmeye, şiddet eğilimine diyecek sözleriniz, uyarılarınız yok mu?

Yoksa ülkede yaşananlar size normal mi geliyor artık!

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

https://www.tr724.com/tarikatlar-neden-sessiz/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir